Tasdik ve Teslimiyet Amellerin Kabul Şartıdır
Gerçek anlamda Allah Te‘âlâ’ya yönelerek sadece O’na kulluk etmenin bir yönü de ilâhî buyruklara karışmamak ve gizli gizli de olsa içinden itiraz etmemektir. Biz sadece emr-i ilâhîye göre hareket eder ve neticesinde Allah Te‘âlâ’nın rızâsını ararız. Allah Te‘âlâ, o amelimizi ve hareketimizi kabul eder veya etmez, râzı olur veya olmaz, cennete koyar veya koymaz gibi düşüncelerden bağımsız olarak hareket ederiz. Çünkü bu gibi şeyleri düşünmek bir bakıma Rabbimizi tecrübe etmek gibi olur. Bu hâl ise ubûdiyete aykırıdır, Rabbimizi denemek gibi bir konuma düşmek kula hiç yakışmayan bir hâldir. Ma‘rûf-i Kerhî (Kuddise Sirruhû) kendi kendine dövünür ve: “Ey nefis, hâlis ol ki, halâs bulasın (kurtuluşa eresin)!” derdi.
﴾فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا﴿
“Artık her kim Rabbine (güzel bir şekilde) kavuşmayı ummakta olduysa, (O’nun rızâsına uygun) sâlih bir amel işlesin ve (şirk koşarak yahut gösteriş yaparak) Rabbinin ibâdetine hiçbir kimseyi ortak etmesin!”[1]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Allah (Celle Celâluhû), sadece Kendisi için yapılan, ihlâslı amelleri kabul eder.”4 buyurmuştur. Fudayl ibni İyâz (Rahimehullah): “O (Allah Te‘âlâ), hanginizin daha güzel/salih amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır”[2] âyet-i kerîmesini tefsir ederken şöyle demiştir: “Güzel/salih amel, ihlâsla yapılan ve şerîata muvâfık olan ameldir. Etrafındakiler ona: “Bu nasıl gerçekleşir?” diye sorunca, o şöyle dedi “Bir amel ihlâsla yapılır fakat şerîata muvafık olmazsa kabul edilmez. Aynı şekilde şerîata muvâfık yapılır da ihlâslı olmazsa yine kabul edilmez. Ta ki hâlis ve şerîata muvâfık olsun; hâlis olması sırf Allah Te‘âlâ için olmasıdır, şerîata uygun olması ise sünnet üzere yapılması demektir.” Sonra Fudayl ibni İyâz Hazretleri söylediklerine delil olarak yukarıda geçen Kehf Sûresi’nin 110. âyet-i kerimesini okudu.[3]
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ﴿
﴾وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِ
“Oysa onlar (kendi kitaplarında) ancak, dini (ve ibadeti) O (Allâh-u Azîmüşşâ)na tahsis edenler ve (yanlış inançlardan uzaklaşıp, tüm peygamberlere inanan) hanîf kimseler olarak Allâh’a ibadet etmeleriyle, o (farz) namaz(lar)ı hakkıyla kılmalarıyla ve zekâtı vermeleriyle emrolunmuşlardı. İşte ancak bu, o dosdoğru olan (ümmet ve cemaat)ın dinidir!”[4]
Şeytanın Kandıramadığı Kullar
Şeytanın kandıramadığı kullar, ihlâslı kullardır. Çünkü insan, şeytandan ancak ihlâs ile korunur. «(Şeytan) dedi ki: “Ey Rabbim! Beni azdırmana yemin ederim ki; (cennette babalarını hataya sevk ettiğim gibi) elbette o yer(yüzün) de on(dan gelen çocuk)lara (günah işlettirmek için) süsleme yapacağım ve andolsun ki; mutlaka onları topluca azdıracağım! Ancak içlerinden Senin (tarafından her türlü şâibeden temiz tutulup) ihlâsa erdirilmiş kulların(a benim hilem işlemeyeceğinden, onlar) müstesnâ!”»[5]
Cüneyd- Bağdâdî (Kuddise Sirruhû): “İhlâs, Allah Te‘âlâ ile kul arasında bir sırdır. Melek bilmiyor ki yazsın, şeytan bilemez ki fesatlık yapsın” buyurmuştur. Merhûm Hasbi hocamız mukaddes toprakları ziyarete giderken, şehid Hızır hocamız ondan şöyle bir duâ ister: “Lamın kesresi, fetha olsun, diye bana dua et!”
Yani, “İhlâslı olmak için çalışan, henüz yolda olan muhlis (المخلِص) olmaktan, nihayete eren ve Hicr Sûresindeki âyet-i kerîmede geçen ihlâsa ermiş/muhlâs (المخلَص) kullardan olmam için bana dua et!” demiştir.
Dinimizin Emir ve Yasaklarının Hikmetleri
İslâmî emir ve yasaklar ya birtakım hikmetler ve dünyevî-uhrevî menfaat ve faydaları içinde barındırır ya da dünyalık-âhiretlik zarar, ziyan ve fesattan korunmayı sağlar. İslâm’ın hiçbir şeyi boş ve lüzumsuz değildir. İslâm’ı tam manasıyla yaşamakla hâsıl olan bunca faydanın gerçekleşmesi ve nice zararların bertaraf edilmesi, geri planda kendiliğinden meydana gelir. Asıl öncelik Allah Te‘âlâ’nın rızâsıdır, geri kalan ne varsa Rızâ-i Bârî onları zaten içine almıştır. Hayır, bereket iyilik ve güzellik adına ne varsa hep ihlâsla yapılan işlerdedir ve bu aynı zamanda ne kadar zarar ve ziyan varsa hepsinin def edilmesidir.
Âlimlerimiz, İslâm’daki hikmetlerden, emir ve yasakların gaye, netice ve faydalarından bahsederken, İslâm’ın geri plandaki donanımlarını ortaya koyma gayretinde olmuşlardır. Zira ibadetlerin rûhu ihlâstır ki yapılan ibadetin sadece emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet, gaye ve bir fayda sağlamak ibadet yapmaya sebep olursa, o zaman ibadet fesada maruz kalmış demektir.
Bir ameli, Allah Te‘âlâ emrettiği için yapmak ihlâs, emredildiği gibi yapmak ise sadakattir. Sadakatin biri manevî, diğeri fiilî olmak üzere iki ciheti vardır. Kişinin davasında ciddiyet ve samimiyeti, sadakatin manevî cihetidir. Bu manevî bağlılığın fiilî tezahürü ise bağlandığı şeyin icaplarını harfiyen, değiştirmeden ve tasarruf etmeden yerine getirmek ve sadakatini ispata çalışmaktır.
Dipnotlar
[1] Kehf Sûresi, 110.
[2] Mülk Sûresi, 2.
[3] Nesâî, Cihâd, Hadîs-i Şerîf No. 3140; Taberânî, Mu‘cemu’l-Kebîr, No. 7628; Beyhakî, Sunenu’s-Suğra, Mukaddime, 7.
[4] Beyyine Sûresi, 5.
[5] Hicr Sûresi, 39-40.
Kaynak İsmailağa Camisi Resmi İnternet Sitesi
Gerçek anlamda Allah Te‘âlâ’ya yönelerek sadece O’na kulluk etmenin bir yönü de ilâhî buyruklara karışmamak ve gizli gizli de olsa içinden itiraz etmemektir. Biz sadece emr-i ilâhîye göre hareket eder ve neticesinde Allah Te‘âlâ’nın rızâsını ararız. Allah Te‘âlâ, o amelimizi ve hareketimizi kabul eder veya etmez, râzı olur veya olmaz, cennete koyar veya koymaz gibi düşüncelerden bağımsız olarak hareket ederiz. Çünkü bu gibi şeyleri düşünmek bir bakıma Rabbimizi tecrübe etmek gibi olur. Bu hâl ise ubûdiyete aykırıdır, Rabbimizi denemek gibi bir konuma düşmek kula hiç yakışmayan bir hâldir. Ma‘rûf-i Kerhî (Kuddise Sirruhû) kendi kendine dövünür ve: “Ey nefis, hâlis ol ki, halâs bulasın (kurtuluşa eresin)!” derdi.
﴾فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا﴿
“Artık her kim Rabbine (güzel bir şekilde) kavuşmayı ummakta olduysa, (O’nun rızâsına uygun) sâlih bir amel işlesin ve (şirk koşarak yahut gösteriş yaparak) Rabbinin ibâdetine hiçbir kimseyi ortak etmesin!”[1]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Allah (Celle Celâluhû), sadece Kendisi için yapılan, ihlâslı amelleri kabul eder.”4 buyurmuştur. Fudayl ibni İyâz (Rahimehullah): “O (Allah Te‘âlâ), hanginizin daha güzel/salih amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır”[2] âyet-i kerîmesini tefsir ederken şöyle demiştir: “Güzel/salih amel, ihlâsla yapılan ve şerîata muvâfık olan ameldir. Etrafındakiler ona: “Bu nasıl gerçekleşir?” diye sorunca, o şöyle dedi “Bir amel ihlâsla yapılır fakat şerîata muvafık olmazsa kabul edilmez. Aynı şekilde şerîata muvâfık yapılır da ihlâslı olmazsa yine kabul edilmez. Ta ki hâlis ve şerîata muvâfık olsun; hâlis olması sırf Allah Te‘âlâ için olmasıdır, şerîata uygun olması ise sünnet üzere yapılması demektir.” Sonra Fudayl ibni İyâz Hazretleri söylediklerine delil olarak yukarıda geçen Kehf Sûresi’nin 110. âyet-i kerimesini okudu.[3]
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ﴿
﴾وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِ
“Oysa onlar (kendi kitaplarında) ancak, dini (ve ibadeti) O (Allâh-u Azîmüşşâ)na tahsis edenler ve (yanlış inançlardan uzaklaşıp, tüm peygamberlere inanan) hanîf kimseler olarak Allâh’a ibadet etmeleriyle, o (farz) namaz(lar)ı hakkıyla kılmalarıyla ve zekâtı vermeleriyle emrolunmuşlardı. İşte ancak bu, o dosdoğru olan (ümmet ve cemaat)ın dinidir!”[4]
Şeytanın Kandıramadığı Kullar
Şeytanın kandıramadığı kullar, ihlâslı kullardır. Çünkü insan, şeytandan ancak ihlâs ile korunur. «(Şeytan) dedi ki: “Ey Rabbim! Beni azdırmana yemin ederim ki; (cennette babalarını hataya sevk ettiğim gibi) elbette o yer(yüzün) de on(dan gelen çocuk)lara (günah işlettirmek için) süsleme yapacağım ve andolsun ki; mutlaka onları topluca azdıracağım! Ancak içlerinden Senin (tarafından her türlü şâibeden temiz tutulup) ihlâsa erdirilmiş kulların(a benim hilem işlemeyeceğinden, onlar) müstesnâ!”»[5]
Cüneyd- Bağdâdî (Kuddise Sirruhû): “İhlâs, Allah Te‘âlâ ile kul arasında bir sırdır. Melek bilmiyor ki yazsın, şeytan bilemez ki fesatlık yapsın” buyurmuştur. Merhûm Hasbi hocamız mukaddes toprakları ziyarete giderken, şehid Hızır hocamız ondan şöyle bir duâ ister: “Lamın kesresi, fetha olsun, diye bana dua et!”
Yani, “İhlâslı olmak için çalışan, henüz yolda olan muhlis (المخلِص) olmaktan, nihayete eren ve Hicr Sûresindeki âyet-i kerîmede geçen ihlâsa ermiş/muhlâs (المخلَص) kullardan olmam için bana dua et!” demiştir.
Dinimizin Emir ve Yasaklarının Hikmetleri
İslâmî emir ve yasaklar ya birtakım hikmetler ve dünyevî-uhrevî menfaat ve faydaları içinde barındırır ya da dünyalık-âhiretlik zarar, ziyan ve fesattan korunmayı sağlar. İslâm’ın hiçbir şeyi boş ve lüzumsuz değildir. İslâm’ı tam manasıyla yaşamakla hâsıl olan bunca faydanın gerçekleşmesi ve nice zararların bertaraf edilmesi, geri planda kendiliğinden meydana gelir. Asıl öncelik Allah Te‘âlâ’nın rızâsıdır, geri kalan ne varsa Rızâ-i Bârî onları zaten içine almıştır. Hayır, bereket iyilik ve güzellik adına ne varsa hep ihlâsla yapılan işlerdedir ve bu aynı zamanda ne kadar zarar ve ziyan varsa hepsinin def edilmesidir.
Âlimlerimiz, İslâm’daki hikmetlerden, emir ve yasakların gaye, netice ve faydalarından bahsederken, İslâm’ın geri plandaki donanımlarını ortaya koyma gayretinde olmuşlardır. Zira ibadetlerin rûhu ihlâstır ki yapılan ibadetin sadece emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet, gaye ve bir fayda sağlamak ibadet yapmaya sebep olursa, o zaman ibadet fesada maruz kalmış demektir.
Bir ameli, Allah Te‘âlâ emrettiği için yapmak ihlâs, emredildiği gibi yapmak ise sadakattir. Sadakatin biri manevî, diğeri fiilî olmak üzere iki ciheti vardır. Kişinin davasında ciddiyet ve samimiyeti, sadakatin manevî cihetidir. Bu manevî bağlılığın fiilî tezahürü ise bağlandığı şeyin icaplarını harfiyen, değiştirmeden ve tasarruf etmeden yerine getirmek ve sadakatini ispata çalışmaktır.
Dipnotlar
[1] Kehf Sûresi, 110.
[2] Mülk Sûresi, 2.
[3] Nesâî, Cihâd, Hadîs-i Şerîf No. 3140; Taberânî, Mu‘cemu’l-Kebîr, No. 7628; Beyhakî, Sunenu’s-Suğra, Mukaddime, 7.
[4] Beyyine Sûresi, 5.
[5] Hicr Sûresi, 39-40.
Kaynak İsmailağa Camisi Resmi İnternet Sitesi